[b]Hz.
Muhammed (s.a.s.)’in İslâm’ı tebliğe başlamasından sonra ilk iman eden
hür erkeklerin; raşit halifelerin, aşere-i mübeşşerenin ilki. Câmiu’l
Kur’an, es-Sıddîk, el-Atik lakaplarıyla bilinen büyük sahabi.Kur’ân-ı
Kerim’de hicret sırasında Rasûlullah’la beraber olmasından dolayı,
“…mağarada bulunan iki kişiden biri…” (et-Tevbe, 9/40) şeklinde ondan
bahsedilmektedir. [/b]
[b]Asıl
adı Abdülkâbe olup, İslâm’dan sonra Rasûlullah (s.a.s.)’in ona Abdullah
adını verdiği kaydedilir. Azaptan azad edilmiş mânâsına “atik”; dürüst,
sadık, emin ve iffetli olduğundan dolayı da “sıddîk” lâkabıyla
anılmıştır. “Deve yavrusunun babası” manasına gelen Ebû Bekir adıyla
meşhur olmuştur. [/b]
[b]Teymoğulları
kabilesinden olan Ebû Bekir’in nesebi Mürre b. Kâ’b'da Rasûlullah’la
birleşir. Anasının adı Ümmü’l-Hayr Selma, babasının ki Ebû Kuhafe
Osman’dır. Künyesi Abdullah b. Osman b. Amir b. Amir… b. Murra
…et-Teymî’dir. Bedir savaşına kadar müşrik kalan oğlu Abdurrahman
dışında bütün ailesi müslüman olmuştur. Babası Ebû Kuhafe, Ebû Bekir’in
halifeliğini ve ölümünü görmüştür. Hz. Ebû Bekir’in Rasûlullah
(s.a.s.)’den bir veya üç yaş küçük olduğu zikredilmiştir. İslâm’dan
önce de saygın, dürüst, kişilikli, putlara tapmayan ve evinde put
bulundurmayan “hanif” bir tacir olan Ebû Bekir, ölümüne kadar Hz.
Peygamber’den hiç ayrılmamıştır. Bütün servetini, kazancını İslâm için
harcamış, kendisi sade bir şekilde yaşamıştır. [/b]
[b]Hz.
Ebû Bekir, Fil yılından iki sene birkaç ay sonra 571′de Mekke’de
dünyaya gelmiş, güzel hasletlerle tanınmış ve iffetiyle şöhret
bulmuştur. İçki içmek câhiliye döneminde çok yaygın bir âdet olduğu
halde o hiç içmemiştir. O dönemde Mekke’nin ileri gelenlerinden olup
Arapların nesep ve ahbâr ilimlerinde meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise
ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin dirhemdi ki, bunun büyük
bir kısmını İslâm için harcamıştır. Rasûlullah’a iman eden Ebû Bekir
(r.a.) İslâm dâvetçiliğine başlamış, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm,
Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebî Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi
İslâm’ın yücelmesinde büyük emekleri olan ilk müslümanların bir çoğu
İslâm’ı onun dâvetiyle kabul etmişlerdir.Hz. Ebû Bekir hayatı boyunca
Rasûlullah’ın yanından ayrılmamış, çocukluğundan itibaren aralarında
büyük bir dostluk kurulmuştur. Rasûlullah birçok hususlarda onun
görüşünü tercih ederdi. Umûmî ve husûsî olan önemli işlerde ashâbıyla
müşavere eden Peygamber (s.a.s.) bazı hususlarda özellikle Ebû Bekir’e
danışırdı. (İbn Haldun, Mukaddime, 206). [/b]
[b]Araplar
ona “Peygamber’in veziri” derlerdi.Teymoğulları kabilesi Mekke’de
önemli bir yere sahipti. Ticaretle uğraşıyorlar, toplumsal temasları ve
geniş kültürlülükleri ile tanınıyorlardı. Hz. Ebû Bekir’in babası Mekke
eşrafındandı. Hz. Ebû Bekir, câhiliye döneminde de güzel ahlâkı ile
tanınan, sevilen bir kişi idi. Mekke’de “eşnak” diye bilinen kan diyeti
ve kefalet ödenmesi işlerinin yürütülmesiyle görevliydi. Muhammed
(s.a.s.) ile büyük bir dostlukları vardı. Sık sık buluşur, Allah’ın
birliği, Mekke müşriklerinin durumu ve ticaret gibi konularda müşâvere
ederlerdi. İkisi de câhiliye kültürüne karşıydılar, şiir yazmaz ve
şiiri sevmezlerdi, daha ziyade tefekkür ederlerdi. [/b]
[b]İslâm’ı
benimsemesi : Hz. Ebû Bekir, Hira dağından dönen Hz. Muhammed ile
karşılaştığında, Rasûlullah (s.a.s.) ona, “Allah’ın elçisi” olduğunu
söyleyip “Yaratan Rabbinin adıyla oku” (el-Alâk, 96/1) diye başlayan
âyetleri bildirdiği zaman hemen ona: “Allah’ın birliğine ve senin O’nun
rasûlü olduğuna iman ettim” demiştir. Hz. Hatice’den sonra Rasûlullah’a
ilk iman eden odur. Hz. Peygamber (s.a.s.) İslâm’ı tebliğinin ilk
zamanlarında kiminle konuştuysa en azından bir tereddüt görmüş, ancak
Ebû Bekir şeksiz ve tereddütsüz bir şekilde kabul etmiştir. Hatta Hz.
Peygamber (s.a.s.), “Bütün insanların imanı bir kefeye, Ebû Bekir’in ki
bir kefeye konsa, onun imanı ağır basardı ” diye lâtif bir benzetme de
yapmıştır. [/b]
[b]Mü’min
Ebû Bekir, hayatının sonuna kadar tüm varlığını İslâm’a adamış, bütün
hayırlı işlerde en başta gelmiştir.Ebû Bekir Mekke döneminde güçlü
kabilelere mensup kişileri İslâm’a kazandırmaya çalıştı, öte yandan
müşriklerin işkencelerine maruz kalan güçsüzleri, köleleri korudu;
servetini eziyet edilen köleleri satın alıp azad etmekte kullandı.
Bilâl, Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys
bunlardandır. [/b]
[b]Kendisi
de Mescid-i Haram’da müşriklerin saldırısına uğramıştı. Ebû Bekir, iman
ettikten sonra İslâm’ı tebliğe gizli gizli devam ediyordu. Annesi,
karısı Ümmü Ruman ve kızı Esma da iman etmiş, fakat oğulları Abdullah,
Abdurrahman ve babası Ebû Kuhafe henüz iman etmemişlerdi. Osman b.
Affan, Sa’d b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvâm, Talha
b. Ubeydullah gibi ilk müslümanları İslâm’a dâvet eden odur. [/b]
[b]Müşriklerin
eziyetleri çoğalıp müslümanlara yapılan baskılar arttıktan sonra Hz.
Peygamber Hz. Ebû Bekir’e de Habeşistan’a göç etmesini söylemiş ve Ebû
Bekir yola çıkmış; ancak Berkü’l-Gımâd’da Mekke’nin ileri gelen
kabilelerinden İbn Dugunne ile karşılaştığında İbn Dugunne onu
himayesine aldığını ve Mekke’ye dönmesi gerektiğini belirterek, ikisi
birlikte Mekke’ye dönmüşlerdir. Ancak şartlı olarak Ebû Bekir’i
himayesine alan İbn Dugunne, Ebû Bekir’in açıktan açığa ibadet etmesi
ve inancını yaymaya devam etmesi sebebiyle şartları yerine
getirmediğini iddia ederek ona ibadetini gizli yapmasını söylediğinde
Ebû Bekir, onun himayesine ihtiyacı olmadığını, zaten kendisine söz de
vermediğini ifade etmişti: “Senin himayeni sana iâde ediyorum. Bana
Allah’ın himayesi yeter.” [/b]
[b]Böylece
onüç yıl Mekke’de Rasûlullah’ın yanında kalan Hz. Ebû Bekir, Hz.
Aişe’nin rivâyetine göre, Rasûlullah hicret emrini alıp Ebû Bekir’e
gelerek ona beraberce hicret edeceklerini söyleyince Ebû Bekir
sevinçten ağlamaya başlamıştı (İbn Hişâm, es-Sire, II, 485). [/b]
[b]Hz.
Peygamber’in bir gecede Mekke’den Kudüs’e oradan Sidretü’l Münteha’ya
gittiği İsra ve Mirâc hâdisesini duyan müşrikler bunu Hz. Ebû Bekir’e
yetiştirdikleri zaman; “O dediyse doğrudur.” demiştir. Bu sözünden
sonra Ebu Bekir’e; ihlâslı, asla yalan söylemeyen, özü doğru,
itikadında şüphe olmayan anlamında, “Sıddîk” lâkabı verildi. Kur’an
tâbiriyle, “O, ne iyi arkadaştı ” (en-Nisâ, 4/69) denilebilir.İşte o
“Sıddîk” ile o “Emîn”, o iki arkadaş beraberce Sevr dağındaki mağaraya
hareket ederek hicret etmişlerdir. [/b]
[b]Hicreti
Sevr mağarasına ilk giren Hz. Ebû Bekir, (r.a.) mağarada keşif
yaptıktan sonra Rasûlullah içeri girmiştir. Ebû Bekir’in kızı Esma
yolda yemeleri için azıklarını hazırlamıştı. Onlar Mekke’den ayrılınca
müşrikler her tarafa adamlarını yollayarak aramaya başladılar. Kureyş
kabilesinin müşrikleri Ebû Cehil başkanlığında Esma’nın evini aradılar,
hakaret edip dayak attılar.Hz. Ebû Bekir (r.a.) hicret yolculuğuna
çıkarken yanına bütün parasını almıştı. Buna rağmen kızı Esma onun
nerede olduğunu, nereye gittiğini kâfirlere söylememiştir. [/b]
[b]İz
süren Mekkeli müşrikler Sevr mağarasına kadar geldiler. Rasûlullah bu
sırada Kur’ân’da anlatıldığı biçimde şöyle diyordu: “Üzülme, Allah
bizimledir” (et-Tevbe, 104/40). Nitekim Allah ona güven vermiş,
göremedikleri askerleriyle onu desteklemiştir; Allah güçlüdür,
hakimdir. Kâfirler tüm aramalara rağmen onları bulamadılar. Mağarada üç
gün kaldıktan sonra Medine’ye yönelen Rasûlullah ile Ebû Bekir Kuba’ya
vardılar. [/b]
[b]Ebû
Bekir mağarada kaldıkları günü şöyle anlatır: “Rasûlullah (s.a.s.) ile
beraber bir mağarada bulundum. Bir ara başımı kaldırıp baktım. O anda
Kureyş casuslarının ayaklarını gördüm. Bunun üzerine, ‘Ya Rasûlullah,
bunlardan birkaçı gözünü aşağı eğse de baksa muhakkak bizi görür’
dedim. O, ‘Sus ya Ebû Bekir. İki yoldaş ki, Allah onların üçüncüsü ola,
endişe edilir mi?’ buyurdu. [/b]
[b]Kuba’da
üç gün kalan Rasûlullah ile Hz. Ebû Bekir nihayet Medine’ye vardılar.
Medine’de Hz. Ebû Bekir humma hastalığına tutuldu. Hastalık ilerleyip
yatağa düştüğünde Rasûlullah, “Allah’ım Mekke’yi bize sevgili kıldığın
gibi Medine’yi de bize sevgili kıl, hummayı bizden uzaklaştır’ diye dua
ettiği zaman Hz. Ebû Bekir ve hasta olan diğer sahâbîler iyileştiler. [/b]
[b]Bu
arada Hz. Âişe ile Hz. Muhammed (s.â.s.)’in düğünleri yapıldı. Mescidi
Nebî inşâ edildi. Masrafların bir kısmını Hz. Ebû Bekir karşıladı.
Medine’de kardeşlik tesis edildiğinde Ebû Bekir’in kardeşliği Harise b.
Zeyd oldu.Hz. Ebû Bekir Medine’de Mescidi Nebî’nin inşasına katıldı.
Rasûlullah İslâm’ı yaymak ve düşmanlar hakkında bilgi toplamak için
seriyye denilen keşif kollarını Medine dışına gönderiyor, bunlara bazen
Hz. Ebû Bekir de katılıyordu. Rasûlullah ile birlikte bizzat çarpıştığı
savaşlarda (Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te) Ebû Bekir de yer aldı. O,
Müreysi, Kurayza, Hayber, Mekke, Huneyn, Taif gazvelerinde de bulundu. [/b]
[b]Rasûlullah’ın
bizzat idare ettiği harplere gazve denir. Ebû Bekir, bu sözü geçen
büyük savaşlardan başka, otuzdan fazla gazveye katılmıştır. Çarpışma
olmaksızın Veddan, Buvat, Bedr-i Ûlâ, Uşeyre gazveleriyle de düşmanlar
itaat altına alınmıştır. Bütün bu gazvelerde Hz. Ebû Bekir,
Rasûlullah’ın en yakınında yer almış olup onun “veziri” gibi idi. [/b]
[b]Bedir’de,
oğlu Abdurrahman müşrikler safında yer aldığında Ebû Bekir oğluyla
çarpışmıştır. Sadece o değil, Bedir’de birçok sahâbî, oğlu, kardeşi,
babası, dayısı ile çarpışmıştı. Bedir savaşı, müslümanların İslâm’ı
herşeyden üstün tuttuklarını, Allah için en yakınları olan müşrikleri
kan bağı veya kabile taassubu içinde kalmadan, başka insanlardan
ayırdetmeden öldürdüklerini göstermektedir. [/b]
[b]Rasûlullah’ın
bir amcası Hamza, İslâm ordusu safındayken öteki amcası Abbas, düşman
safındaydı. Yeğeni Ubeyde kendi yanındayken, öteki yeğenleri Ebû Süfyan
ve Nevfel müşriklerle beraberdi. Hattâ kızı Zeyneb’in eşi Ebû’l-As da
Rasûlullah’a karşı müşriklerle birlikte savaşıyordu. [/b]
[b]Hicretin
9. yılında Medine’de büyük bir kıtlık oldu. Bu arada Bizans İmparatoru,
Şam’da Hicaz bölgesini istilâ etmek üzere büyük bir ordu hazırladı.
Rasûlullah, bu orduya karşı İslâm ordusunu hazırlarken, kıtlık
sebebiyle zorluklarla karşılaştı. Ebû Bekir malının hepsini bu ordunun
hazırlanmasında kullandı. Onuncu yılda “Vedâ Haccı”nda bulunan Allah’ın
Rasûlü, onbirinci yılda hastalandı. [/b]
[b]Hicrî
onbirinci yılda hastalanan Rasûlullah (s.a.s.) 13 Rebiyülevvel
Pazartesi günü (8 Haziran 632) vefât etti. Onun vefâtını duyan
müslümanlar büyük bir üzüntüye kapıldılar ve ilk anda ne yapmaları
gerektiğine karar veremediler. Ama o da bir ölümlüydü. Hz. Ömer, onun
Hz. Musa gibi Rabbi ile buluşmaya gittiğini, O’nun için “öldü” diyen
olursa ellerini keseceğini söylüyordu. Ebû Bekir, Rasûlullah’ın iyi
olduğu bir sırada ondan izin alarak kızının yanına gitmişti. Vefât
haberini duyar duymaz hemen geldi, Rasûlullah’ı alnından öptü ve “Babam
ve anam sana fedâ olsun ya Rasûlullah. Ölümünde de yaşamındaki kadar
güzelsin. Senin ölümünle peygamberlik son bulmuştur. Şânın ve şerefin o
kadar büyük ki, üzerinde ağlamaktan münezzehsin. Yâ Muhammed, Rabbinin
katında bizi unutma; hatırında olalım …” dedi. [/b]
[b]Sonra
dışarı çıkıp Ömer’i susturdu ve; “Ey insanlar, Allah birdir, O’ndan
başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir. Allah apaçık
hakikattir. Muhammed’e kulluk eden varsa, bilsin ki o ölmüştür. Allah’a
kulluk edenlere gelince, şüphesiz Allah diri, bâkî ve ebedîdir. Size
Allah’ın şu buyruğunu hatırlatırım: “Muhammed sadece bir elçidir. Ondan
önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz
ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde
geriye dönerse Allah’a hiçbir ziyan veremez. Allah şükredenleri
mükâfatlandıracaktır” (Âl-i İmrân, 3/144).Allah’ın kitabı ve
Rasûlullah’ın sünnetine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını
ayıran sapıtır. Şeytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasın,
dininizden saptırmasın. Şeytanın size ulaşmasına fırsat vermeyiniz”
(İbn Hişâm, es-Sire, IV, 335; Taberî, Târih, III, 197,198). [/b]
[b]Hz.
Ebû Bekir bu konuşmasıyla orada bulunanları teskin ettikten sonra
Rasûlullah’ın teçhiziyle uğraşırken, Ensâr, Benû Sâide sakifesinde
toplanarak Hazrec’in reisi olan Sa’d b Ubâde’yi Rasûlullah’tan sonra
halife tayini için bir araya gelmişlerdir. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû
Ubeyde ve Muhacirlerden bir grup hemen Benû Saîde’ye gittiler. Orada
Ensâr ile konuşulduktan ve hilâfet hakkında çeşitli müzakereler
yapıldıktan sonra Hz. Ebû Bekir, Ömer ile Ebû Ubeyde’nin ortasında
durdu ve her ikisinin ellerinden tutarak ikisinden birine bey’at
edilmesini istedi. O, kendisini halife olarak öne sürmedi. Hz. Ebû
Bekir’in konuşmasından sonra Hz. Ömer atılarak hemen Ebû Bekir’e bey’at
etti ve, “Ey Ebû Bekir, müslümanlara sen Rasûlullah’ın emriyle namaz
kıldırdın. Sen onun halifesisin ve biz sana bey’at ediyoruz.
Rasûlullah’a hepimizden daha sevgili olan sana bey’at ediyoruz” dedi. [/b]
[b]Hz.
Ömer’in bu âni davranışı ile orada bulunanların hepsi Ebû Bekir’e
bey’at ettiler. Bu özel bey’attan sonra ertesi gün Mescid-i Nebî’de Hz.
Ebû Bekir bütün halka hutbe okudu ve resmen ona bey’at edildi.
Rasûlullah’ın defni salı günü gerçekleşirken, onun nereye defnedileceği
hakkında da bir ihtilâf meydana geldiğinde Hz. Ebû Bekir yine
ferasetini ortaya koydu ve “Her peygamber öldüğü yere defnedilir”
hadisini ashaba hatırlatarak bu ihtilâfı giderdi. Rasûlullah’ın cenaze
namazı imamsız olarak gruplar halinde kılındı. Bütün bunlar olurken,
Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’nın evinde Haşimoğulları ve yandaşları ile
toplandığı ve bey’ata ilk zamanlar katılmadığı nakledilir. Hz. Ali
rivâyetlere göre, el-Bey’atü’l-Kübrâ’ya bey’at edildiği haberini alır
almaz, elbisesini yarım yamalak giydiği halde evden fırlamış ve gidip
Hz. Ebû Bekir’e bey’at etmiştir (Taberî, Târih, III, 207). [/b]
[b]Onun
aylarca Hz. Ebû Bekir’e bey’at etmediği haberleri gerçeğe uygun olmasa
gerektir. Çünkü onun Ebû Bekir’in üstünlüğünü bildiği, onun hakkında
yaptığı konuşmalar ve tarihin akışı, diğer rivâyetlere
aykırıdır.Râsulullah’ın en yakın ashâbı arasında -hattâ Ebû Bekir ile
Ömer arasında- zaman zaman ihtilâflar, görüş ayrılıkları meydana
gelmişse de ilk iki halife zamanında da görüldüğü gibi dâima
birliktelik devam ettirilmiştir. Anlaşmazlık gibi görünen hâdiselerin
birçoğunda huy ve karakter farklılığı rol oynuyordu. [/b]
[b]Meselâ
Ebû Bekir yumuşak ve sâkin davranırken, Ömer sertlik yanlısıydı. Ama
her zaman birlikte hareket ettiler. Ebû Bekir’in yönetiminde, Hz. Ali
ve Zübeyr b. Avvam Ridde savaşlarında kararların içinde, namazlarda Ebû
Bekir’in arkasında yer almışlardır (İbn Kesir, el-Bidâye ve’n Nihâye,
V, 249). [/b]
[b]Hz.
Ali, Rasûlullah’ın bir vasiyeti olsaydı ölünceye kadar onu yerine
getireceğini söylemiş (Taberî, a.g.e., IV, 236) ancak, İbn Abbas’ın
Rasûlullah hastalandığı zaman ona gidip hilâfet işini sormak istemesini
geri çevirmiştir. Yani Hz. Ebû Bekir’in halifeliğine karşı kimseden bir
çıkış olmamıştır. Zaten tabii, fıtrî, akli ve maslahata uygun olan da
onun halifeliğidir. Hz. Peygamber ölmeden önce yazılı bir ahidname
bırakmamış, ancak Hz. Ebû Bekir’in faziletine dair Mescid’de konuşmuş,
hasta yatağındayken onu ısrarla çağırtmış ve yerine İmam tâyin
etmiştir.Hz. Ebû Bekir, kendisine Rasûlullah’ın mirasından pay almak
için gelen Hz. Fâtıma’ya, “Rasûlullah’ın yaptığı hiçbir şeyi yapmaktan
geri durmam” diyerek, Fâtıma’nın peygamberin kızı olmasını dinin üstün
tutulmasından daha önemsiz görmüş ve Rasûlullah’ın yanındayken ondan ne
duymuş, ne görmüşse onu tatbik etmiştir (Taberî, III, 220). [/b]
[b]Sonraları
Hz. Ali’nin hilâfeti zamanında Fâtıma’ya -ki, Ebû Bekir’e gidip miras
isterken onu savunmuştu- mirastan hiçbir şey vermemesi de ashâbın
Rasûlullah’ın sünnetine nasıl itaat ettiklerinin delilidir (İbn
Teymiye, Minhâc’üs-Sünne, III, 230). [/b]
[b]Hz.
Ebû Bekir “Rasûlullah’ın Halifesi” seçildikten sonra Mescid’de yaptığı
konuşmada, “Sizin en hayırlınız değilim, ama başınıza geçtim; görevimi
hakkıyle yaparsam bana yardım ediniz, yanılırsam doğru yolu gösteriniz;
ben Allah ve Rasûlü’ne itaat ettiğim müddetçe siz de bana itaat ediniz,
ben isyan edersem itaatiniz gerekmez…” demiştir (İbn Hişâm, es-Sire,
IV, 340-341; Taberî, Târih, III, 203). [/b]
[b]Mürtedlerle
Mücadele : Irak ve Suriye Fütühatı, Hz. Ebû Bekir Rasûlullah’ın
halifesi olduktan sonra, onun vefâtıyla Arabistan’da Mekke ve Medine
dışındaki bölgelerde görülen dinden dönme hareketlerine, yalancı
peygamberlere, “namaz kılarız, ama zekât vermeyiz” diyenlere karşı
savaş açtı. Esvedu’l-Ansı, Müseylemetü’l-Kezzâb, Secah, Tuleyha gibi
yalancı peygamberlerle yapılan savaşlarla bu zararlı unsurlar yok
edilmiş, isyan bastırılmış, zekât yeniden toplanmaya ve Beytü’l-Mal’e
konulup dağıtılmaya başlanmıştır. Rasûlullah’ın hazırladığı, ancak
vefâtı sebebiyle bekleyen Üsâme ordusunu Ürdün’e yollayan Ebû Bekir,
Bahreyn, Umman, Yemen, Mühre isyanlarını bastırmıştır. İçte
isyancılarla mücâdele edilirken, dışta da iki büyük imparatorluğun,
İran ve Bizans’ın ordularıyla karşılaşılmıştır. Hîre, Ecnâdin ve Enbâr,
savaşlarla İslâm diyarına katılmış, Irak fethedilmiş, Suriye’nin de
önemli kentleri ele geçirilmiştir. Yermük savaşı devam ederken Hz. Ebû
Bekir vefât etmiştir. [/b]
[b]Onun
ordusuna verdiği öğütlerde şu ibareler vardır: “Kadın, çocuk ve
yaşlılara dokunmayın, yemiş veren ağaçları kesmeyin, ma’mur bir yeri
tahrip etmeyin, haddi aşmayın, korkmayın.” Gerçekten İslâm ordusu
fethettiği yerlerde kimseye zulmetmemiş, adaletiyle düşmanların
takdirini kazanmış, müslüman olmayıp da cizye vererek İslâm’ın
himayesine giren milletler huzur ve emniyet içinde yaşamışlardır. [/b]
[b]Kur’ân-ı
Kerîm’in Toplanması “Mushaf”ın Meydana gelmesi : Hz. Ebû Bekir, Ridde
harplerinde, vahiy kâtiplerinin ve kurrâ’nın birçoğunun şehid olması
üzerine, Hz. Ömer’in Kur’ân’ın toplanması fikrine önce sıcak bakmamışsa
da sonra ona hak vererek, Kur’ân âyetlerinin toplanmasını sağlamıştır.
Rasûlullah zamanında peyderpey inen vahiy, kâtiplerce ceylan
derilerine, beyaz taşlara, enli hurma dallarına yazıldığı gibi, ashâbın
çoğu da Kur’ân hâfızı idi. Ancak, yazılı olan âyetler dağınıktı, kurrâ
da azalınca Kur’ân’ın muhafazası hususunda endişe edildi. Ebû Bekir,
Zeyd b. Sâbit’in başkanlığında bir heyet teşkil ederek, herkesin
elindeki âyetleri getirmesini emretti. Ayrıca şâhitlerle âyetler
doğrulanıyor, kurrâ’ ile te’kid ediliyordu. Böylece bütün âyetler
toplandı ve “Mushaf” meydana getirildi.Bu Mushaf Ebû Bekir’den Ömer’e,
ondan da kızı Hafsa’ya geçti ve Hz. Osman zamanında çoğaltılarak
Dârü’l-İslam’ın bütün vilâyetlerine dağıtıldı. [/b]
[b]Vefâtı
: Hilâfeti iki sene üç ay gibi çok kısa bir müddet sürmesine rağmen Hz.
Ebû Bekir zamanında İslâm devleti büyük bir gelişme göstermiştir. Hz.
Ebû Bekir Hicrî 13. yılda Cemâziyelâhir ayının başında hicretten sonra
Medine’de yakalandığı hastalığının ortaya çıkması üzerine yatağa
düşünce yerine Ömer’in namaz kıldırmasını istedi. Ashâbla istişâre
ederek Hz. Ömer’i halifeliğe uygun gördüğünü söyledi. Hz. Ömer’in sert
ve kaba oluşu gibi bazı itirazlara cevap verdi ve hilâfet ahitnamesini
Hz. Osman’a yazdırdı. Ebû Bekir (r.a.) de, çok sevdiği Rasûlullah gibi
altmışüç yaşında vefât etti. Vasiyeti gereği Rasûlullah’ın yanına -omuz
hizasında olarak- defnedildi. Böylece bu iki büyük insanın, iki büyük
dostun, kabirlerinde de birliktelikleri devam etti. [/b]
[b]Kişiliği
ve Yönetimi : Tâcir olarak geniş bir kültüre sahip olan Hz. Ebû Bekir,
dürüstlüğü ve takvâsı ile ashâb içinde ilk sırada yeralır. Karakteri;
yumuşak huyluluk, çok düşünüp çok az konuşmak, tevâzu ile belirgindi.
Hz. Âişe’nin rivâyetine göre, “gözü yaşlı, gönlü hüzünlü, sesi zayıf”
biri idi. Câhiliye döneminde müşrikler ona güvenir, diyet ve
borç-alacak işlerinde onu hakem tanırlardı. Rasûlullah’ın en sadık
dostu olan Ebû Bekir’in Mirâc olayında sergilediği sonsuz bağlılık
örneği ona “es-Sıddîk” lâkabını kazandırmıştır. O bu olayda “O ne
söylüyorsa doğrudur” demiştir. [/b]
[b]Cömertlikte
ondan üstünü de yoktur. Bütün malını mülkünü İslâm için harcamış, vefât
ederken vasiyetinde, halifeliği müddetince aldığı maaşların,
topraklarının satılarak iâde edilmesini istemiş ve geride bir deve, bir
köleden başka birşey bırakmamıştır. Dört eşinden altı çocuğu olan Ebû
Bekir, kızı Âişe’yi Rasûlullah ile hicretten sonra evlendirmiştir
(Tabakat-ı İbn Sa’d, VI, 130 vd.; İbnu’l-Esir, II, 115 vd). [/b]
[b]Hicret
sırasında mağarada iken ayağını bir yılan soktuğunda ve ayağı
acıdığında o sırada dizine yatıp uyumuş olan Peygamber’i uyandırmamak
için sesini çıkarmaması, ağlarken Hz. Peygamber uyanıp ne olduğunu
sorduğunda, “Anam-babam sana fedâ olsun ya Rasûlullah” demesi olayı Ebû
Bekir’in Rasûlullah’a olan bağlılığının örneklerinden sadece biridir.
Hz. Ebû Bekir’in beyaz yüzlü, zayıf, doğan burunlu, sakallarını kına ve
çivit otuyla boyayan sakin bir adam olduğu rivâyet edilir (İbnü’l Esir,
el-Kâmil fi’t-Târih, II, 419-420). [/b]
[b]Rasûlullah’tan
sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebû Bekir’dir. O, Hz. Peygamber’in
veziri, fetvâlarda en yakını idi. Rasûlullah’ın, “İnsanlardan dost
edinseydim, Ebû Bekir’i edinirdim” (Buhâri, Salât, 80: Müslim, Mesâcid,
38: İbn Mâce, Mukaddime, II) ve “Herkeste iyiliklerimin karşılığı
vardır, Ebû Bekir hariç” demesi ve son hutbesinde, “Allah, kullarından
birini dünya ile kendi katında olan şeyleri tercih hususunda serbest
bıraktı; kul, Allah katında olanı tercih etti” diye Ebû Bekir’i övmesi
ve mescide açılan tüm kapıları kapattırıp yalnız Hz. Ebû Bekir’in
kapısını açık bırakması ona verdiği değeri göstermektedir. [/b]
[b]Hz.
Ebû Bekir’in nasslara aykırı hiçbir görüşü bize ulaşmamıştır, çünkü
böyle bir reyi yoktur. Ebû Bekir nâsih sünneti çok iyi biliyor,
Rasûlullah’ı herkesten çok tanıyordu. Bu yüzden hilâfetinde kendisine
karşı içte muhâlif bir hareket olmamış ve fitneler görülmemiştir
(Buhâri, Fedâilü’l-Ashâbı’n-Nebî, 3 ). İhtilâf veya ihtilâflarda
çözümsüzlük, bid’atler onun devrinde yaşanmamıştır. “Üzülme, Allah
bizimle beraberdir” buyuran Rasûlullah’ın haberi sanki lâfızda ve
mânâda Hz. Ebû Bekir’de zâhir olmuştur (İbn Teymiye, Külliyat
Tercümesi, İstanbul 1988, IV, 329). [/b]
[b]Kaynaklarda
onun, “Ben ancak Rasûlullah’a tâbiyim, birtakım esaslar koyucu değilim”
diye kararlarında çok titiz davrandığı zikredilir (Taberî, IV, 1845;
İbn Sa’d, III, 183). Bir meseleyi hallederken önce Kur’ân’a bakar,
bulamazsa Sünnet’te araştırır, orda da bulamazsa ashâbla istişâre eder
ve ictihad ederdi. Ganimetin bölüşümü meselesinde Muhâcir-Ensâr
eşitliği’nin ihtilâfa yol açmasında Ömer’in Muhâcirlere daha çok pay
verilmesini savunmasına rağmen ganimeti eşit olarak bölüştürmüştür. O
sebeple hilâfetinde huzursuzluk çıkmadı. [/b]
[b]Rasûlullah
ve kendisi, bir mecliste bir anda verilen üç talâkı bir talâk
saymışlar, bu daha sonra-birçok “maslahat gereği” diye yapılan
değişiklik gibi- üç talâk sayılmıştır. Yani Ebû Bekir, Rasûlullah’ın
tüm uygulamalarını aynen tatbik etmek istemiş; bazen -kalpleri İslâm’a
ısındırmak istenenlere toprak vermesi gibi- maslahat gereği veya
zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesini söyleyen ashâbına uymuştur.
Müslümanlar henüz otuzsekiz kişiyken Mekke’de Mescid-i Haram’da İslâm’ı
tebliğ eden ve müşriklerce dövülen Ebû Bekir’e hilâfetinde “Halifet-u
Rasûlillah” denilmiş, sonraki halifelere ise “Emîrü’l-Mü’minîn”
denilmiştir. [/b]
[b]Mâlî
işlerini Ebû Ubeyde, kadılık ve kazâ işlerini Hz. Ömer, kâtipliğini
Zeyd b. Sâbit ve Hz. Ali, başkumandanlığını Üsâme ve Halid b. Velid
yapmıştır. Medine Dârü’l-İslâm’ın başkenti olmuş, Mekke, Taif, San’a,
Hadramevt, Havlan, Zebid, Rima, Cened, Necran, Cureş, Bahreyn
vilâyetlere ayrılmıştır. Yönetimi merkezî olup, ganimetlerin beşte biri
Beytü’l-Mal’de toplanmıştır.Hz. Ebû Bekir, Mukillîn denilen çok az
hadis rivâyet eden ashâbdan sayılır. O, yanılıp da yanlış birşey
söylerim korkusuyla yalnızca yüz kırk iki hadis rivâyet etmiş veya
ondan bize bu kadar hadis rivâyeti nakledilmiştir. [/b]
[b]Hutbe
ve öğütlerinden bazıları şöyledir:”Rasûlullah vahy ile korunuyordu.
Benim ise beni yalnız bırakmayan bir şeytanım vardır… Hayır işlerinde
acele edin, çünkü arkanızdan acele gelen eceliniz var… Allah için
söylenmeyen bir sözde hayır yoktur… Herhangi bir yericinin yermesinden
korktuğu için hakkı söylemekten çekinen kimsede hayır yoktur… Amelin
sırrı sabırdır… Hiç kimseye imandan sonra sağlıktan daha üstün bir
nimet verilmemiştir… Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekiniz .[/b]
Muhammed (s.a.s.)’in İslâm’ı tebliğe başlamasından sonra ilk iman eden
hür erkeklerin; raşit halifelerin, aşere-i mübeşşerenin ilki. Câmiu’l
Kur’an, es-Sıddîk, el-Atik lakaplarıyla bilinen büyük sahabi.Kur’ân-ı
Kerim’de hicret sırasında Rasûlullah’la beraber olmasından dolayı,
“…mağarada bulunan iki kişiden biri…” (et-Tevbe, 9/40) şeklinde ondan
bahsedilmektedir. [/b]
[b]Asıl
adı Abdülkâbe olup, İslâm’dan sonra Rasûlullah (s.a.s.)’in ona Abdullah
adını verdiği kaydedilir. Azaptan azad edilmiş mânâsına “atik”; dürüst,
sadık, emin ve iffetli olduğundan dolayı da “sıddîk” lâkabıyla
anılmıştır. “Deve yavrusunun babası” manasına gelen Ebû Bekir adıyla
meşhur olmuştur. [/b]
[b]Teymoğulları
kabilesinden olan Ebû Bekir’in nesebi Mürre b. Kâ’b'da Rasûlullah’la
birleşir. Anasının adı Ümmü’l-Hayr Selma, babasının ki Ebû Kuhafe
Osman’dır. Künyesi Abdullah b. Osman b. Amir b. Amir… b. Murra
…et-Teymî’dir. Bedir savaşına kadar müşrik kalan oğlu Abdurrahman
dışında bütün ailesi müslüman olmuştur. Babası Ebû Kuhafe, Ebû Bekir’in
halifeliğini ve ölümünü görmüştür. Hz. Ebû Bekir’in Rasûlullah
(s.a.s.)’den bir veya üç yaş küçük olduğu zikredilmiştir. İslâm’dan
önce de saygın, dürüst, kişilikli, putlara tapmayan ve evinde put
bulundurmayan “hanif” bir tacir olan Ebû Bekir, ölümüne kadar Hz.
Peygamber’den hiç ayrılmamıştır. Bütün servetini, kazancını İslâm için
harcamış, kendisi sade bir şekilde yaşamıştır. [/b]
[b]Hz.
Ebû Bekir, Fil yılından iki sene birkaç ay sonra 571′de Mekke’de
dünyaya gelmiş, güzel hasletlerle tanınmış ve iffetiyle şöhret
bulmuştur. İçki içmek câhiliye döneminde çok yaygın bir âdet olduğu
halde o hiç içmemiştir. O dönemde Mekke’nin ileri gelenlerinden olup
Arapların nesep ve ahbâr ilimlerinde meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise
ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin dirhemdi ki, bunun büyük
bir kısmını İslâm için harcamıştır. Rasûlullah’a iman eden Ebû Bekir
(r.a.) İslâm dâvetçiliğine başlamış, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm,
Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebî Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi
İslâm’ın yücelmesinde büyük emekleri olan ilk müslümanların bir çoğu
İslâm’ı onun dâvetiyle kabul etmişlerdir.Hz. Ebû Bekir hayatı boyunca
Rasûlullah’ın yanından ayrılmamış, çocukluğundan itibaren aralarında
büyük bir dostluk kurulmuştur. Rasûlullah birçok hususlarda onun
görüşünü tercih ederdi. Umûmî ve husûsî olan önemli işlerde ashâbıyla
müşavere eden Peygamber (s.a.s.) bazı hususlarda özellikle Ebû Bekir’e
danışırdı. (İbn Haldun, Mukaddime, 206). [/b]
[b]Araplar
ona “Peygamber’in veziri” derlerdi.Teymoğulları kabilesi Mekke’de
önemli bir yere sahipti. Ticaretle uğraşıyorlar, toplumsal temasları ve
geniş kültürlülükleri ile tanınıyorlardı. Hz. Ebû Bekir’in babası Mekke
eşrafındandı. Hz. Ebû Bekir, câhiliye döneminde de güzel ahlâkı ile
tanınan, sevilen bir kişi idi. Mekke’de “eşnak” diye bilinen kan diyeti
ve kefalet ödenmesi işlerinin yürütülmesiyle görevliydi. Muhammed
(s.a.s.) ile büyük bir dostlukları vardı. Sık sık buluşur, Allah’ın
birliği, Mekke müşriklerinin durumu ve ticaret gibi konularda müşâvere
ederlerdi. İkisi de câhiliye kültürüne karşıydılar, şiir yazmaz ve
şiiri sevmezlerdi, daha ziyade tefekkür ederlerdi. [/b]
[b]İslâm’ı
benimsemesi : Hz. Ebû Bekir, Hira dağından dönen Hz. Muhammed ile
karşılaştığında, Rasûlullah (s.a.s.) ona, “Allah’ın elçisi” olduğunu
söyleyip “Yaratan Rabbinin adıyla oku” (el-Alâk, 96/1) diye başlayan
âyetleri bildirdiği zaman hemen ona: “Allah’ın birliğine ve senin O’nun
rasûlü olduğuna iman ettim” demiştir. Hz. Hatice’den sonra Rasûlullah’a
ilk iman eden odur. Hz. Peygamber (s.a.s.) İslâm’ı tebliğinin ilk
zamanlarında kiminle konuştuysa en azından bir tereddüt görmüş, ancak
Ebû Bekir şeksiz ve tereddütsüz bir şekilde kabul etmiştir. Hatta Hz.
Peygamber (s.a.s.), “Bütün insanların imanı bir kefeye, Ebû Bekir’in ki
bir kefeye konsa, onun imanı ağır basardı ” diye lâtif bir benzetme de
yapmıştır. [/b]
[b]Mü’min
Ebû Bekir, hayatının sonuna kadar tüm varlığını İslâm’a adamış, bütün
hayırlı işlerde en başta gelmiştir.Ebû Bekir Mekke döneminde güçlü
kabilelere mensup kişileri İslâm’a kazandırmaya çalıştı, öte yandan
müşriklerin işkencelerine maruz kalan güçsüzleri, köleleri korudu;
servetini eziyet edilen köleleri satın alıp azad etmekte kullandı.
Bilâl, Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys
bunlardandır. [/b]
[b]Kendisi
de Mescid-i Haram’da müşriklerin saldırısına uğramıştı. Ebû Bekir, iman
ettikten sonra İslâm’ı tebliğe gizli gizli devam ediyordu. Annesi,
karısı Ümmü Ruman ve kızı Esma da iman etmiş, fakat oğulları Abdullah,
Abdurrahman ve babası Ebû Kuhafe henüz iman etmemişlerdi. Osman b.
Affan, Sa’d b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvâm, Talha
b. Ubeydullah gibi ilk müslümanları İslâm’a dâvet eden odur. [/b]
[b]Müşriklerin
eziyetleri çoğalıp müslümanlara yapılan baskılar arttıktan sonra Hz.
Peygamber Hz. Ebû Bekir’e de Habeşistan’a göç etmesini söylemiş ve Ebû
Bekir yola çıkmış; ancak Berkü’l-Gımâd’da Mekke’nin ileri gelen
kabilelerinden İbn Dugunne ile karşılaştığında İbn Dugunne onu
himayesine aldığını ve Mekke’ye dönmesi gerektiğini belirterek, ikisi
birlikte Mekke’ye dönmüşlerdir. Ancak şartlı olarak Ebû Bekir’i
himayesine alan İbn Dugunne, Ebû Bekir’in açıktan açığa ibadet etmesi
ve inancını yaymaya devam etmesi sebebiyle şartları yerine
getirmediğini iddia ederek ona ibadetini gizli yapmasını söylediğinde
Ebû Bekir, onun himayesine ihtiyacı olmadığını, zaten kendisine söz de
vermediğini ifade etmişti: “Senin himayeni sana iâde ediyorum. Bana
Allah’ın himayesi yeter.” [/b]
[b]Böylece
onüç yıl Mekke’de Rasûlullah’ın yanında kalan Hz. Ebû Bekir, Hz.
Aişe’nin rivâyetine göre, Rasûlullah hicret emrini alıp Ebû Bekir’e
gelerek ona beraberce hicret edeceklerini söyleyince Ebû Bekir
sevinçten ağlamaya başlamıştı (İbn Hişâm, es-Sire, II, 485). [/b]
[b]Hz.
Peygamber’in bir gecede Mekke’den Kudüs’e oradan Sidretü’l Münteha’ya
gittiği İsra ve Mirâc hâdisesini duyan müşrikler bunu Hz. Ebû Bekir’e
yetiştirdikleri zaman; “O dediyse doğrudur.” demiştir. Bu sözünden
sonra Ebu Bekir’e; ihlâslı, asla yalan söylemeyen, özü doğru,
itikadında şüphe olmayan anlamında, “Sıddîk” lâkabı verildi. Kur’an
tâbiriyle, “O, ne iyi arkadaştı ” (en-Nisâ, 4/69) denilebilir.İşte o
“Sıddîk” ile o “Emîn”, o iki arkadaş beraberce Sevr dağındaki mağaraya
hareket ederek hicret etmişlerdir. [/b]
[b]Hicreti
Sevr mağarasına ilk giren Hz. Ebû Bekir, (r.a.) mağarada keşif
yaptıktan sonra Rasûlullah içeri girmiştir. Ebû Bekir’in kızı Esma
yolda yemeleri için azıklarını hazırlamıştı. Onlar Mekke’den ayrılınca
müşrikler her tarafa adamlarını yollayarak aramaya başladılar. Kureyş
kabilesinin müşrikleri Ebû Cehil başkanlığında Esma’nın evini aradılar,
hakaret edip dayak attılar.Hz. Ebû Bekir (r.a.) hicret yolculuğuna
çıkarken yanına bütün parasını almıştı. Buna rağmen kızı Esma onun
nerede olduğunu, nereye gittiğini kâfirlere söylememiştir. [/b]
[b]İz
süren Mekkeli müşrikler Sevr mağarasına kadar geldiler. Rasûlullah bu
sırada Kur’ân’da anlatıldığı biçimde şöyle diyordu: “Üzülme, Allah
bizimledir” (et-Tevbe, 104/40). Nitekim Allah ona güven vermiş,
göremedikleri askerleriyle onu desteklemiştir; Allah güçlüdür,
hakimdir. Kâfirler tüm aramalara rağmen onları bulamadılar. Mağarada üç
gün kaldıktan sonra Medine’ye yönelen Rasûlullah ile Ebû Bekir Kuba’ya
vardılar. [/b]
[b]Ebû
Bekir mağarada kaldıkları günü şöyle anlatır: “Rasûlullah (s.a.s.) ile
beraber bir mağarada bulundum. Bir ara başımı kaldırıp baktım. O anda
Kureyş casuslarının ayaklarını gördüm. Bunun üzerine, ‘Ya Rasûlullah,
bunlardan birkaçı gözünü aşağı eğse de baksa muhakkak bizi görür’
dedim. O, ‘Sus ya Ebû Bekir. İki yoldaş ki, Allah onların üçüncüsü ola,
endişe edilir mi?’ buyurdu. [/b]
[b]Kuba’da
üç gün kalan Rasûlullah ile Hz. Ebû Bekir nihayet Medine’ye vardılar.
Medine’de Hz. Ebû Bekir humma hastalığına tutuldu. Hastalık ilerleyip
yatağa düştüğünde Rasûlullah, “Allah’ım Mekke’yi bize sevgili kıldığın
gibi Medine’yi de bize sevgili kıl, hummayı bizden uzaklaştır’ diye dua
ettiği zaman Hz. Ebû Bekir ve hasta olan diğer sahâbîler iyileştiler. [/b]
[b]Bu
arada Hz. Âişe ile Hz. Muhammed (s.â.s.)’in düğünleri yapıldı. Mescidi
Nebî inşâ edildi. Masrafların bir kısmını Hz. Ebû Bekir karşıladı.
Medine’de kardeşlik tesis edildiğinde Ebû Bekir’in kardeşliği Harise b.
Zeyd oldu.Hz. Ebû Bekir Medine’de Mescidi Nebî’nin inşasına katıldı.
Rasûlullah İslâm’ı yaymak ve düşmanlar hakkında bilgi toplamak için
seriyye denilen keşif kollarını Medine dışına gönderiyor, bunlara bazen
Hz. Ebû Bekir de katılıyordu. Rasûlullah ile birlikte bizzat çarpıştığı
savaşlarda (Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te) Ebû Bekir de yer aldı. O,
Müreysi, Kurayza, Hayber, Mekke, Huneyn, Taif gazvelerinde de bulundu. [/b]
[b]Rasûlullah’ın
bizzat idare ettiği harplere gazve denir. Ebû Bekir, bu sözü geçen
büyük savaşlardan başka, otuzdan fazla gazveye katılmıştır. Çarpışma
olmaksızın Veddan, Buvat, Bedr-i Ûlâ, Uşeyre gazveleriyle de düşmanlar
itaat altına alınmıştır. Bütün bu gazvelerde Hz. Ebû Bekir,
Rasûlullah’ın en yakınında yer almış olup onun “veziri” gibi idi. [/b]
[b]Bedir’de,
oğlu Abdurrahman müşrikler safında yer aldığında Ebû Bekir oğluyla
çarpışmıştır. Sadece o değil, Bedir’de birçok sahâbî, oğlu, kardeşi,
babası, dayısı ile çarpışmıştı. Bedir savaşı, müslümanların İslâm’ı
herşeyden üstün tuttuklarını, Allah için en yakınları olan müşrikleri
kan bağı veya kabile taassubu içinde kalmadan, başka insanlardan
ayırdetmeden öldürdüklerini göstermektedir. [/b]
[b]Rasûlullah’ın
bir amcası Hamza, İslâm ordusu safındayken öteki amcası Abbas, düşman
safındaydı. Yeğeni Ubeyde kendi yanındayken, öteki yeğenleri Ebû Süfyan
ve Nevfel müşriklerle beraberdi. Hattâ kızı Zeyneb’in eşi Ebû’l-As da
Rasûlullah’a karşı müşriklerle birlikte savaşıyordu. [/b]
[b]Hicretin
9. yılında Medine’de büyük bir kıtlık oldu. Bu arada Bizans İmparatoru,
Şam’da Hicaz bölgesini istilâ etmek üzere büyük bir ordu hazırladı.
Rasûlullah, bu orduya karşı İslâm ordusunu hazırlarken, kıtlık
sebebiyle zorluklarla karşılaştı. Ebû Bekir malının hepsini bu ordunun
hazırlanmasında kullandı. Onuncu yılda “Vedâ Haccı”nda bulunan Allah’ın
Rasûlü, onbirinci yılda hastalandı. [/b]
[b]Hicrî
onbirinci yılda hastalanan Rasûlullah (s.a.s.) 13 Rebiyülevvel
Pazartesi günü (8 Haziran 632) vefât etti. Onun vefâtını duyan
müslümanlar büyük bir üzüntüye kapıldılar ve ilk anda ne yapmaları
gerektiğine karar veremediler. Ama o da bir ölümlüydü. Hz. Ömer, onun
Hz. Musa gibi Rabbi ile buluşmaya gittiğini, O’nun için “öldü” diyen
olursa ellerini keseceğini söylüyordu. Ebû Bekir, Rasûlullah’ın iyi
olduğu bir sırada ondan izin alarak kızının yanına gitmişti. Vefât
haberini duyar duymaz hemen geldi, Rasûlullah’ı alnından öptü ve “Babam
ve anam sana fedâ olsun ya Rasûlullah. Ölümünde de yaşamındaki kadar
güzelsin. Senin ölümünle peygamberlik son bulmuştur. Şânın ve şerefin o
kadar büyük ki, üzerinde ağlamaktan münezzehsin. Yâ Muhammed, Rabbinin
katında bizi unutma; hatırında olalım …” dedi. [/b]
[b]Sonra
dışarı çıkıp Ömer’i susturdu ve; “Ey insanlar, Allah birdir, O’ndan
başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir. Allah apaçık
hakikattir. Muhammed’e kulluk eden varsa, bilsin ki o ölmüştür. Allah’a
kulluk edenlere gelince, şüphesiz Allah diri, bâkî ve ebedîdir. Size
Allah’ın şu buyruğunu hatırlatırım: “Muhammed sadece bir elçidir. Ondan
önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz
ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde
geriye dönerse Allah’a hiçbir ziyan veremez. Allah şükredenleri
mükâfatlandıracaktır” (Âl-i İmrân, 3/144).Allah’ın kitabı ve
Rasûlullah’ın sünnetine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını
ayıran sapıtır. Şeytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasın,
dininizden saptırmasın. Şeytanın size ulaşmasına fırsat vermeyiniz”
(İbn Hişâm, es-Sire, IV, 335; Taberî, Târih, III, 197,198). [/b]
[b]Hz.
Ebû Bekir bu konuşmasıyla orada bulunanları teskin ettikten sonra
Rasûlullah’ın teçhiziyle uğraşırken, Ensâr, Benû Sâide sakifesinde
toplanarak Hazrec’in reisi olan Sa’d b Ubâde’yi Rasûlullah’tan sonra
halife tayini için bir araya gelmişlerdir. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû
Ubeyde ve Muhacirlerden bir grup hemen Benû Saîde’ye gittiler. Orada
Ensâr ile konuşulduktan ve hilâfet hakkında çeşitli müzakereler
yapıldıktan sonra Hz. Ebû Bekir, Ömer ile Ebû Ubeyde’nin ortasında
durdu ve her ikisinin ellerinden tutarak ikisinden birine bey’at
edilmesini istedi. O, kendisini halife olarak öne sürmedi. Hz. Ebû
Bekir’in konuşmasından sonra Hz. Ömer atılarak hemen Ebû Bekir’e bey’at
etti ve, “Ey Ebû Bekir, müslümanlara sen Rasûlullah’ın emriyle namaz
kıldırdın. Sen onun halifesisin ve biz sana bey’at ediyoruz.
Rasûlullah’a hepimizden daha sevgili olan sana bey’at ediyoruz” dedi. [/b]
[b]Hz.
Ömer’in bu âni davranışı ile orada bulunanların hepsi Ebû Bekir’e
bey’at ettiler. Bu özel bey’attan sonra ertesi gün Mescid-i Nebî’de Hz.
Ebû Bekir bütün halka hutbe okudu ve resmen ona bey’at edildi.
Rasûlullah’ın defni salı günü gerçekleşirken, onun nereye defnedileceği
hakkında da bir ihtilâf meydana geldiğinde Hz. Ebû Bekir yine
ferasetini ortaya koydu ve “Her peygamber öldüğü yere defnedilir”
hadisini ashaba hatırlatarak bu ihtilâfı giderdi. Rasûlullah’ın cenaze
namazı imamsız olarak gruplar halinde kılındı. Bütün bunlar olurken,
Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’nın evinde Haşimoğulları ve yandaşları ile
toplandığı ve bey’ata ilk zamanlar katılmadığı nakledilir. Hz. Ali
rivâyetlere göre, el-Bey’atü’l-Kübrâ’ya bey’at edildiği haberini alır
almaz, elbisesini yarım yamalak giydiği halde evden fırlamış ve gidip
Hz. Ebû Bekir’e bey’at etmiştir (Taberî, Târih, III, 207). [/b]
[b]Onun
aylarca Hz. Ebû Bekir’e bey’at etmediği haberleri gerçeğe uygun olmasa
gerektir. Çünkü onun Ebû Bekir’in üstünlüğünü bildiği, onun hakkında
yaptığı konuşmalar ve tarihin akışı, diğer rivâyetlere
aykırıdır.Râsulullah’ın en yakın ashâbı arasında -hattâ Ebû Bekir ile
Ömer arasında- zaman zaman ihtilâflar, görüş ayrılıkları meydana
gelmişse de ilk iki halife zamanında da görüldüğü gibi dâima
birliktelik devam ettirilmiştir. Anlaşmazlık gibi görünen hâdiselerin
birçoğunda huy ve karakter farklılığı rol oynuyordu. [/b]
[b]Meselâ
Ebû Bekir yumuşak ve sâkin davranırken, Ömer sertlik yanlısıydı. Ama
her zaman birlikte hareket ettiler. Ebû Bekir’in yönetiminde, Hz. Ali
ve Zübeyr b. Avvam Ridde savaşlarında kararların içinde, namazlarda Ebû
Bekir’in arkasında yer almışlardır (İbn Kesir, el-Bidâye ve’n Nihâye,
V, 249). [/b]
[b]Hz.
Ali, Rasûlullah’ın bir vasiyeti olsaydı ölünceye kadar onu yerine
getireceğini söylemiş (Taberî, a.g.e., IV, 236) ancak, İbn Abbas’ın
Rasûlullah hastalandığı zaman ona gidip hilâfet işini sormak istemesini
geri çevirmiştir. Yani Hz. Ebû Bekir’in halifeliğine karşı kimseden bir
çıkış olmamıştır. Zaten tabii, fıtrî, akli ve maslahata uygun olan da
onun halifeliğidir. Hz. Peygamber ölmeden önce yazılı bir ahidname
bırakmamış, ancak Hz. Ebû Bekir’in faziletine dair Mescid’de konuşmuş,
hasta yatağındayken onu ısrarla çağırtmış ve yerine İmam tâyin
etmiştir.Hz. Ebû Bekir, kendisine Rasûlullah’ın mirasından pay almak
için gelen Hz. Fâtıma’ya, “Rasûlullah’ın yaptığı hiçbir şeyi yapmaktan
geri durmam” diyerek, Fâtıma’nın peygamberin kızı olmasını dinin üstün
tutulmasından daha önemsiz görmüş ve Rasûlullah’ın yanındayken ondan ne
duymuş, ne görmüşse onu tatbik etmiştir (Taberî, III, 220). [/b]
[b]Sonraları
Hz. Ali’nin hilâfeti zamanında Fâtıma’ya -ki, Ebû Bekir’e gidip miras
isterken onu savunmuştu- mirastan hiçbir şey vermemesi de ashâbın
Rasûlullah’ın sünnetine nasıl itaat ettiklerinin delilidir (İbn
Teymiye, Minhâc’üs-Sünne, III, 230). [/b]
[b]Hz.
Ebû Bekir “Rasûlullah’ın Halifesi” seçildikten sonra Mescid’de yaptığı
konuşmada, “Sizin en hayırlınız değilim, ama başınıza geçtim; görevimi
hakkıyle yaparsam bana yardım ediniz, yanılırsam doğru yolu gösteriniz;
ben Allah ve Rasûlü’ne itaat ettiğim müddetçe siz de bana itaat ediniz,
ben isyan edersem itaatiniz gerekmez…” demiştir (İbn Hişâm, es-Sire,
IV, 340-341; Taberî, Târih, III, 203). [/b]
[b]Mürtedlerle
Mücadele : Irak ve Suriye Fütühatı, Hz. Ebû Bekir Rasûlullah’ın
halifesi olduktan sonra, onun vefâtıyla Arabistan’da Mekke ve Medine
dışındaki bölgelerde görülen dinden dönme hareketlerine, yalancı
peygamberlere, “namaz kılarız, ama zekât vermeyiz” diyenlere karşı
savaş açtı. Esvedu’l-Ansı, Müseylemetü’l-Kezzâb, Secah, Tuleyha gibi
yalancı peygamberlerle yapılan savaşlarla bu zararlı unsurlar yok
edilmiş, isyan bastırılmış, zekât yeniden toplanmaya ve Beytü’l-Mal’e
konulup dağıtılmaya başlanmıştır. Rasûlullah’ın hazırladığı, ancak
vefâtı sebebiyle bekleyen Üsâme ordusunu Ürdün’e yollayan Ebû Bekir,
Bahreyn, Umman, Yemen, Mühre isyanlarını bastırmıştır. İçte
isyancılarla mücâdele edilirken, dışta da iki büyük imparatorluğun,
İran ve Bizans’ın ordularıyla karşılaşılmıştır. Hîre, Ecnâdin ve Enbâr,
savaşlarla İslâm diyarına katılmış, Irak fethedilmiş, Suriye’nin de
önemli kentleri ele geçirilmiştir. Yermük savaşı devam ederken Hz. Ebû
Bekir vefât etmiştir. [/b]
[b]Onun
ordusuna verdiği öğütlerde şu ibareler vardır: “Kadın, çocuk ve
yaşlılara dokunmayın, yemiş veren ağaçları kesmeyin, ma’mur bir yeri
tahrip etmeyin, haddi aşmayın, korkmayın.” Gerçekten İslâm ordusu
fethettiği yerlerde kimseye zulmetmemiş, adaletiyle düşmanların
takdirini kazanmış, müslüman olmayıp da cizye vererek İslâm’ın
himayesine giren milletler huzur ve emniyet içinde yaşamışlardır. [/b]
[b]Kur’ân-ı
Kerîm’in Toplanması “Mushaf”ın Meydana gelmesi : Hz. Ebû Bekir, Ridde
harplerinde, vahiy kâtiplerinin ve kurrâ’nın birçoğunun şehid olması
üzerine, Hz. Ömer’in Kur’ân’ın toplanması fikrine önce sıcak bakmamışsa
da sonra ona hak vererek, Kur’ân âyetlerinin toplanmasını sağlamıştır.
Rasûlullah zamanında peyderpey inen vahiy, kâtiplerce ceylan
derilerine, beyaz taşlara, enli hurma dallarına yazıldığı gibi, ashâbın
çoğu da Kur’ân hâfızı idi. Ancak, yazılı olan âyetler dağınıktı, kurrâ
da azalınca Kur’ân’ın muhafazası hususunda endişe edildi. Ebû Bekir,
Zeyd b. Sâbit’in başkanlığında bir heyet teşkil ederek, herkesin
elindeki âyetleri getirmesini emretti. Ayrıca şâhitlerle âyetler
doğrulanıyor, kurrâ’ ile te’kid ediliyordu. Böylece bütün âyetler
toplandı ve “Mushaf” meydana getirildi.Bu Mushaf Ebû Bekir’den Ömer’e,
ondan da kızı Hafsa’ya geçti ve Hz. Osman zamanında çoğaltılarak
Dârü’l-İslam’ın bütün vilâyetlerine dağıtıldı. [/b]
[b]Vefâtı
: Hilâfeti iki sene üç ay gibi çok kısa bir müddet sürmesine rağmen Hz.
Ebû Bekir zamanında İslâm devleti büyük bir gelişme göstermiştir. Hz.
Ebû Bekir Hicrî 13. yılda Cemâziyelâhir ayının başında hicretten sonra
Medine’de yakalandığı hastalığının ortaya çıkması üzerine yatağa
düşünce yerine Ömer’in namaz kıldırmasını istedi. Ashâbla istişâre
ederek Hz. Ömer’i halifeliğe uygun gördüğünü söyledi. Hz. Ömer’in sert
ve kaba oluşu gibi bazı itirazlara cevap verdi ve hilâfet ahitnamesini
Hz. Osman’a yazdırdı. Ebû Bekir (r.a.) de, çok sevdiği Rasûlullah gibi
altmışüç yaşında vefât etti. Vasiyeti gereği Rasûlullah’ın yanına -omuz
hizasında olarak- defnedildi. Böylece bu iki büyük insanın, iki büyük
dostun, kabirlerinde de birliktelikleri devam etti. [/b]
[b]Kişiliği
ve Yönetimi : Tâcir olarak geniş bir kültüre sahip olan Hz. Ebû Bekir,
dürüstlüğü ve takvâsı ile ashâb içinde ilk sırada yeralır. Karakteri;
yumuşak huyluluk, çok düşünüp çok az konuşmak, tevâzu ile belirgindi.
Hz. Âişe’nin rivâyetine göre, “gözü yaşlı, gönlü hüzünlü, sesi zayıf”
biri idi. Câhiliye döneminde müşrikler ona güvenir, diyet ve
borç-alacak işlerinde onu hakem tanırlardı. Rasûlullah’ın en sadık
dostu olan Ebû Bekir’in Mirâc olayında sergilediği sonsuz bağlılık
örneği ona “es-Sıddîk” lâkabını kazandırmıştır. O bu olayda “O ne
söylüyorsa doğrudur” demiştir. [/b]
[b]Cömertlikte
ondan üstünü de yoktur. Bütün malını mülkünü İslâm için harcamış, vefât
ederken vasiyetinde, halifeliği müddetince aldığı maaşların,
topraklarının satılarak iâde edilmesini istemiş ve geride bir deve, bir
köleden başka birşey bırakmamıştır. Dört eşinden altı çocuğu olan Ebû
Bekir, kızı Âişe’yi Rasûlullah ile hicretten sonra evlendirmiştir
(Tabakat-ı İbn Sa’d, VI, 130 vd.; İbnu’l-Esir, II, 115 vd). [/b]
[b]Hicret
sırasında mağarada iken ayağını bir yılan soktuğunda ve ayağı
acıdığında o sırada dizine yatıp uyumuş olan Peygamber’i uyandırmamak
için sesini çıkarmaması, ağlarken Hz. Peygamber uyanıp ne olduğunu
sorduğunda, “Anam-babam sana fedâ olsun ya Rasûlullah” demesi olayı Ebû
Bekir’in Rasûlullah’a olan bağlılığının örneklerinden sadece biridir.
Hz. Ebû Bekir’in beyaz yüzlü, zayıf, doğan burunlu, sakallarını kına ve
çivit otuyla boyayan sakin bir adam olduğu rivâyet edilir (İbnü’l Esir,
el-Kâmil fi’t-Târih, II, 419-420). [/b]
[b]Rasûlullah’tan
sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebû Bekir’dir. O, Hz. Peygamber’in
veziri, fetvâlarda en yakını idi. Rasûlullah’ın, “İnsanlardan dost
edinseydim, Ebû Bekir’i edinirdim” (Buhâri, Salât, 80: Müslim, Mesâcid,
38: İbn Mâce, Mukaddime, II) ve “Herkeste iyiliklerimin karşılığı
vardır, Ebû Bekir hariç” demesi ve son hutbesinde, “Allah, kullarından
birini dünya ile kendi katında olan şeyleri tercih hususunda serbest
bıraktı; kul, Allah katında olanı tercih etti” diye Ebû Bekir’i övmesi
ve mescide açılan tüm kapıları kapattırıp yalnız Hz. Ebû Bekir’in
kapısını açık bırakması ona verdiği değeri göstermektedir. [/b]
[b]Hz.
Ebû Bekir’in nasslara aykırı hiçbir görüşü bize ulaşmamıştır, çünkü
böyle bir reyi yoktur. Ebû Bekir nâsih sünneti çok iyi biliyor,
Rasûlullah’ı herkesten çok tanıyordu. Bu yüzden hilâfetinde kendisine
karşı içte muhâlif bir hareket olmamış ve fitneler görülmemiştir
(Buhâri, Fedâilü’l-Ashâbı’n-Nebî, 3 ). İhtilâf veya ihtilâflarda
çözümsüzlük, bid’atler onun devrinde yaşanmamıştır. “Üzülme, Allah
bizimle beraberdir” buyuran Rasûlullah’ın haberi sanki lâfızda ve
mânâda Hz. Ebû Bekir’de zâhir olmuştur (İbn Teymiye, Külliyat
Tercümesi, İstanbul 1988, IV, 329). [/b]
[b]Kaynaklarda
onun, “Ben ancak Rasûlullah’a tâbiyim, birtakım esaslar koyucu değilim”
diye kararlarında çok titiz davrandığı zikredilir (Taberî, IV, 1845;
İbn Sa’d, III, 183). Bir meseleyi hallederken önce Kur’ân’a bakar,
bulamazsa Sünnet’te araştırır, orda da bulamazsa ashâbla istişâre eder
ve ictihad ederdi. Ganimetin bölüşümü meselesinde Muhâcir-Ensâr
eşitliği’nin ihtilâfa yol açmasında Ömer’in Muhâcirlere daha çok pay
verilmesini savunmasına rağmen ganimeti eşit olarak bölüştürmüştür. O
sebeple hilâfetinde huzursuzluk çıkmadı. [/b]
[b]Rasûlullah
ve kendisi, bir mecliste bir anda verilen üç talâkı bir talâk
saymışlar, bu daha sonra-birçok “maslahat gereği” diye yapılan
değişiklik gibi- üç talâk sayılmıştır. Yani Ebû Bekir, Rasûlullah’ın
tüm uygulamalarını aynen tatbik etmek istemiş; bazen -kalpleri İslâm’a
ısındırmak istenenlere toprak vermesi gibi- maslahat gereği veya
zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesini söyleyen ashâbına uymuştur.
Müslümanlar henüz otuzsekiz kişiyken Mekke’de Mescid-i Haram’da İslâm’ı
tebliğ eden ve müşriklerce dövülen Ebû Bekir’e hilâfetinde “Halifet-u
Rasûlillah” denilmiş, sonraki halifelere ise “Emîrü’l-Mü’minîn”
denilmiştir. [/b]
[b]Mâlî
işlerini Ebû Ubeyde, kadılık ve kazâ işlerini Hz. Ömer, kâtipliğini
Zeyd b. Sâbit ve Hz. Ali, başkumandanlığını Üsâme ve Halid b. Velid
yapmıştır. Medine Dârü’l-İslâm’ın başkenti olmuş, Mekke, Taif, San’a,
Hadramevt, Havlan, Zebid, Rima, Cened, Necran, Cureş, Bahreyn
vilâyetlere ayrılmıştır. Yönetimi merkezî olup, ganimetlerin beşte biri
Beytü’l-Mal’de toplanmıştır.Hz. Ebû Bekir, Mukillîn denilen çok az
hadis rivâyet eden ashâbdan sayılır. O, yanılıp da yanlış birşey
söylerim korkusuyla yalnızca yüz kırk iki hadis rivâyet etmiş veya
ondan bize bu kadar hadis rivâyeti nakledilmiştir. [/b]
[b]Hutbe
ve öğütlerinden bazıları şöyledir:”Rasûlullah vahy ile korunuyordu.
Benim ise beni yalnız bırakmayan bir şeytanım vardır… Hayır işlerinde
acele edin, çünkü arkanızdan acele gelen eceliniz var… Allah için
söylenmeyen bir sözde hayır yoktur… Herhangi bir yericinin yermesinden
korktuğu için hakkı söylemekten çekinen kimsede hayır yoktur… Amelin
sırrı sabırdır… Hiç kimseye imandan sonra sağlıktan daha üstün bir
nimet verilmemiştir… Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekiniz .[/b]