GİZLİ DAVETİN HIZ KAZANMASI
Hazret-i Ebû Bekir'in de Müslüman olmasıyla îmân ve İslâma gizli davet daha da hız kazandı. İslâma girme bahtiyarlığına erenler, yakınları ve akrabalarıyla da bu bahtiyarlığı paylaşmak istiyorlardı. Onları şirkin ıztırabından, cahiliyyetin çirkin ahlâkından kurtarmak için çırpınıyorlardı.
Bu konuda da Hazret-i Ebû Bekir'in önde olduğunu görüyoruz. Onun vasıtasıyla gizli davet devresinde İslâmla şareflenenlerden bir kaçı şunlardır:
Osman bin Affan, Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Avf, Sa'd bin Ebî Vakkas, Talha bin Ubeydillah (r. anhüm).173
Bu beş Sahabî de, sonradan Cennetle müjdelenen on Sahabî arasında yer alacaklardır.
Müslüman erkekler listesine yeni yeni isimler eklenirken, kadınlar arasında da İslâmın nûru günden güne yayılıyordu. İlk Müslüman kadın Hazret-i Hatice'den sonra, henüz o sırada İslâm dâiresine girmemiş bulunan Resûlullah'ın amcası, Hz. Abbas'ın hanımı Ümmü Fazl'ın, Hazret-i Ebû Bekir'in kızı Esmâ'nın ve yine o sırada hidâyete kavuşmamış bulunan Hazret-i Ömer'in kızkardeşi Fâtıma'nın, ilk Müslüman kadınlar arasında yer aldıklarını görüyoruz.
Artık, İslâma davet iki kanaldan yürütülmektedir. Erkekler erkekler arasında, kadınlar ise hemcinseleri içinde îmân ve İslâm nûrunu yaymaya aşk ve şevk içinde devam etmektedirler. Ancak şunu da belirtelim ki, kadınların îmân cazibesine kendilerini daha çabuk kaptırdıkları da dikkatleri çekiyordu. Bunu, onların çabuk duygulanan ve derhal tesir altında kalan yaratılışları icabı saymak mümkündür.
Bu arada müşrikler de boş durmuyorlardı. Hidâyet güneşiyle gönüllerini aydınlatanlara hor bakmaya, onlara iftira ve sözlü hakaretlerde bulunmaya başlamışlardı. Ama bunların hiç biri kâinatta en büyük kuvvet olan Allah'a îmân hakikatını kalblerine nakşetmiş bulunan bu Saâdet Asrının mes'ud insanlarını korkutamıyor, davâsından geri çeviremiyor, hatta en ufak bir tereddüde düşüremiyordu. İnsanların tehdit ve korkutmaları; Allah'a olan îmân ve Ondan korkmanın yanında, rüzgârın önünde bir toz, sel önünde bir çöp gibi zâif ve dayanıksız kalıyordu.
173. İbni Hişâm, Sîre: 1/268-269
Hazret-i Ebû Bekir'in de Müslüman olmasıyla îmân ve İslâma gizli davet daha da hız kazandı. İslâma girme bahtiyarlığına erenler, yakınları ve akrabalarıyla da bu bahtiyarlığı paylaşmak istiyorlardı. Onları şirkin ıztırabından, cahiliyyetin çirkin ahlâkından kurtarmak için çırpınıyorlardı.
Bu konuda da Hazret-i Ebû Bekir'in önde olduğunu görüyoruz. Onun vasıtasıyla gizli davet devresinde İslâmla şareflenenlerden bir kaçı şunlardır:
Osman bin Affan, Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Avf, Sa'd bin Ebî Vakkas, Talha bin Ubeydillah (r. anhüm).173
Bu beş Sahabî de, sonradan Cennetle müjdelenen on Sahabî arasında yer alacaklardır.
Müslüman erkekler listesine yeni yeni isimler eklenirken, kadınlar arasında da İslâmın nûru günden güne yayılıyordu. İlk Müslüman kadın Hazret-i Hatice'den sonra, henüz o sırada İslâm dâiresine girmemiş bulunan Resûlullah'ın amcası, Hz. Abbas'ın hanımı Ümmü Fazl'ın, Hazret-i Ebû Bekir'in kızı Esmâ'nın ve yine o sırada hidâyete kavuşmamış bulunan Hazret-i Ömer'in kızkardeşi Fâtıma'nın, ilk Müslüman kadınlar arasında yer aldıklarını görüyoruz.
Artık, İslâma davet iki kanaldan yürütülmektedir. Erkekler erkekler arasında, kadınlar ise hemcinseleri içinde îmân ve İslâm nûrunu yaymaya aşk ve şevk içinde devam etmektedirler. Ancak şunu da belirtelim ki, kadınların îmân cazibesine kendilerini daha çabuk kaptırdıkları da dikkatleri çekiyordu. Bunu, onların çabuk duygulanan ve derhal tesir altında kalan yaratılışları icabı saymak mümkündür.
Bu arada müşrikler de boş durmuyorlardı. Hidâyet güneşiyle gönüllerini aydınlatanlara hor bakmaya, onlara iftira ve sözlü hakaretlerde bulunmaya başlamışlardı. Ama bunların hiç biri kâinatta en büyük kuvvet olan Allah'a îmân hakikatını kalblerine nakşetmiş bulunan bu Saâdet Asrının mes'ud insanlarını korkutamıyor, davâsından geri çeviremiyor, hatta en ufak bir tereddüde düşüremiyordu. İnsanların tehdit ve korkutmaları; Allah'a olan îmân ve Ondan korkmanın yanında, rüzgârın önünde bir toz, sel önünde bir çöp gibi zâif ve dayanıksız kalıyordu.
173. İbni Hişâm, Sîre: 1/268-269